Faralya – Kabak- Alınca
Kirme yerleşiminden aşağıya doğru inen Likya yolu, irili ufaklı su kaynaklarının kenarından geçerek Faralya yerleşimine asfalt yola iner. Faralya köy yerleşimi, Babadağ›ın eteklerinde güneye bakan bir yamaçta, kelebekler vadisinin hemen üzerinde yer alan, mevki ve flora açısından son derece özel bir konumdadır. Birçok endemik bitki türü barındırır. Ölüdenizden gelen dolmuş, Faralyadan geçerek Uzunyurt ve hatta Kabak yerleşimine ulaşır. Faralya›da market ve diğer alışveriş imkanı bulunur. Kamp, bungalow veya Akdeniz tipi taştan yapılmış otellerde barınma imkanı mevcuttur. Faralya›yı geçmeden önce ana yoldan sağa doğru sapılırsa, Kelebekler vadisinin eşsiz manzarası izlenebilir. Hatta bu sapaktan aşağıya , vadinin tabanındaki kamp alanına ulaşan bir patika vardır. Sarp kayalıkların üzerinde kurulu iplere asılarak inilmektedir. Ağır yük taşıyanlar veya amatör yürüyüşçüler için oldukça tehlikelidir.
Faralya köy halkı, evinde yiyecek, köy kahvaltısı gibi imkanlar sağlamaktadır. Faralya köyü, yola devam etmeden önce güzel bir mola noktasıdır. Likya yolu, Faralya›nınbitiminde , asfalt yoldan ayrılarak sola doğru yükselir. Yer yer makilik, çoğunlukla çam ağaçları arasından , geniş açılı deniz manzarası ile Kabak yerleşimine ulaşır. Kabak yerleşiminde yol üzerinde ve daha yukarda iki farklı çeşme ile içme suyu sağlanabilir. Üst yerleşimde asfalt yolun bitiminde market mevcuttur. Üst yerleşimlerdeki köy halkı, her türlü yiyecek imkanı sağlamaktadır. Kabak yerleşiminin aşağısında vadide ise, birçok farklı kamp alanları ve bungalow tipi evlerde konaklama imkanı sağlanmaktadır.
Kabak vadisi, içerisinde birçok endemik bitkinin yer aldığı doğal koruma alanlarından birisidir. Likya yolu, üst Kabak yerleşiminin daha üzerinden vadinin içine doğru yönelse de, kabak vadisine aşağıya inen bir başka patika ile, vadinin tamamını görmek, vadi tabanından tam doğuya doğru çam ormanı içerisinde yükselerek ormanın derinliklerinde şelaleleri görme şansı vardır. Şelalere giden alttaki patika, daha yukarda Likya yolu ile birleşir. Kabak vadisini, içerden kavisli bir yol ile dolanarak güneydeki Alınca yerleşimine doğru çıkış yapılır. Sandal , çam, keçi boynuzu, pinar ağaçları arasında ilerleyen Likya yolunun bu kısmı , doğal içerik açısından en zengin ve keyifli parkurlardan birisidir. Alınca yerleşiminde yiyecek ve konaklama imkanı, yerel halk tarafından sağlanabilir. Asfalt yolun 50 m kadar doğusunda , çınar ağaçları altında içme suyu için çeşme bulunur.
Alınca yerleşiminde asfalttan aşağıya inerken, sağa doğru ayrılan Likya yolu, olağanüstü deniz manzarasına sahip , Cennet koyunun üzerinden kavisli bir şekilde solanarak aşağıya inmeye devam eder. Bir sonraki (3.paftada) görüleceği üzere üçkeçi mevkii denilen bir noktada , aşağıda cennet koyuna inen patika, Likya yolundan ayrılır. Cennet koyu, sandal ağaçları ile bahar aylarında rengarenk görünümlere sahip, hiçbir yapı veya tesisin bulunmadığı bakir ve temiz kumsalı ile görülmeye değer doğal güzelliklerinden birisidir. Vadinin derinliklerinde, son yıllarda bir kamp işletmesi faaliyete başlamıştır. Çok dik eğimli taşlık bir inişi göze alanlar için Cennet koyu muhakkak görülmeye değer yerlerden birisidir. Kabak vadisinden cennet koyuna kıyıdan gelen başka bir patika da mevcuttur.
Alınca yerleşiminden yukarı, Karaağaç yönüne, oradan da dağların arkasındaki Pınara antik kentine ulaşan patikalar mevcut olup kırmızı – sarı çizgiler ile işaretlenmiştir.
Kumluova-Letoon-Kınık-Ksantos-Çavdır
Kumluovaya gelmeden , kumluk arazide yer yer okaliptus ağaçları ve fundalıkların içerisinde, çeşmenin olduğu yerden sola devam eder. Bu çeşmenin suyundan içilmesi tavsiye edilmez. Bir süre sonra köprüyü geçen patika, artık sıklıkla seraların olduğu Kumluova – Gerenovası yerleşimlerine doğru yönelir. Yol üzerinde Letton harabeleri görülür. Letoon harabelerinden sonra doğuya yönelince, Eşen ırmağının kıyısına kadar devam edilir. Eşen ırmağına paralel olarak kuzey yönünde devam eder. Karaköy ve köprünün diğer tarafındada Kınık yerleşimleri görülür.
Fethiyeden buraya kadar, Likya yolu üzerinde banka ya da ATM erişimi olan ilk yerleşimdir. Köprünün karşısında, sol tarafta pazar yerinin ortasından geçilerek asfalt yolda yukarı doğru devam edildiğinde Ksantos harabeleri görülür. Harabelerden sonra patika, orman içerisinde, asfalt yola paralel olarak devam eder. Bu bölgede Likya yol işaretlerinin silinmiştir. Asfalt yola paralel oalrak tam doğu yönünde devam edildiğinde, Şehirlerarası yol kavşağı görülür. Buradan tam karşıya devam eden Likya yolu, asflat yolu üzerinde dümdüz uzun bir süre devam ederek Çavdır yerleşimine ulaşır. Üç yol ağzından sağa devam edilerek önce mezarlıktan , sonra toprak yoldan devam edilir. Köy evinin sol tarafında zeytinliklerin içerisinden tepeye yukarı doğru yönelir. Eski bir köprünün üzerinden geçen patika köy yoluna çıkar.
LETOON
Şair Ovidius’un anlattığı bir öyküye göre kent, Zeus’tan hamile kalan Leto’nun adına kurulmuştur. Kentte en eski yerleşim izleri MÖ 7. yüzyıla kadar gider. Kalıntılar ve ele geçen kitabeler buranın dinsel ve politik bir alan olduğunu göstermektedir. Ören yeri merkezinde yan yana üç tapınak bulunmaktadır. Bunlardan en kuzeydeki Leto, ortadaki Artemis, güneyindeki Apollon’a adanmıştır. Tapınakların güneybatısında bir çeşme, hemen doğusunda kilise yer almaktadır. Kentin kuzeyinde Stoa ile arkasını kısmen doğal yamaca dayamış Helenistik Döneme ait tiyatro bulunmaktadır. Letoon M.S. 7. yüzyılda terk edilmiştir.
KSANTOS
Homeros’un ünlü İlyada destanında KsanthosluSarpedon komutasında, Likyalıların Troia Savaşı’na katıldığı anlatılmaktadır. İ.Ö. 1200 yılında yapıldığı tahmin edilen Troia Savaşı sırasında Ksanthos adının geçmesi kentin, İ.Ö. 1200 yıllarında Likya Bölgesiyle birlikte tarih sahnesinde olduğunu göstermektedir. Herodotos ise M.Ö. 545′teki Pers komutanı Harpagos’a karşı yapılan savaşta Ksanthos’luların teslim olmamak için savaştıklarını ve kendilerini kentle birlikte yaktıklarını anlatmaktadır.
İ.Ö. 468 yılında Delos Deniz Birliği’ne giren Ksanthos’un, İ.Ö. 475-450 yıllarında bir yangın felaketi yaşadığı bilinmektedir. İ.Ö. 333′te Büyük İskender’in; İskender’in ölümüyle önce Seleukoslar’ın, sonra Ptolemaioslar’ın eline geçen Ksanthos, daha sonra kurulan Likya Birliğinin 3 oy hakkına sahip altı büyük kentinden birisidir. Likya dilindeki adı Arnna olan Ksanthos, İ.Ö. 2. yy. da, Likya Birliği’nin başkenti olmuştur.
Tarih boyunca büyük istilalar ve felaketler geçiren şehri Roma Dönemi’nde M.Ö. 42 yılında Brutus işgal etmiş ve Likya akropolünü yerle bir etmiştir. KsanthoslularBrutus’a teslim olmamak için yine topluca intihar etmiştir. Hemen bir yıl sonra MarcusAntonius, Brutus’un açtığı yaraları sarmak için Ksanthos’u yeni baştan imar etmiş, kentin Roma Dönemi refah ve zenginlik içinde geçmiştir. 141 yılındaki deprem kentte hasara neden olmuştur. RhodiapolisliOpramoas her yere yetiştiği gibi buraya da yardım etmiş, ancak Ksanthos eski şaşaalı günlerine ulaşamamıştır. Bizans Dönemi’nde bir piskoposluk merkezi olmuş, Arap akınları başlayınca terk edilmiştir.
Ksanthos’u ilk defa 1838 yılında Ch. Fellows keşfetmiş, kentteki bütün rölyefleri ve büyük mimari parçaları sökerek, Patara’dan savaş gemisiyle Londra’ya taşımıştır. Bugün British Museum’unLykia Salonu’nda buradan götürülmüş olan birçok eser sergilenmektedir.
Kınık yerleşiminin içinde yer alan Ksanthos antik kentine çıkılırken Helenistik dönemde inşa edilmiş şehir kapısının yanından geçilmektedir. Kapının hemen üzerindeki kalıntılar, 69-79 yıllarında hüküm süren Roma imparatoru Vespasianus’un anısına yapılmış kapının kalıntılarıdır. Yolun sağında, Sir Charles Fellows tarafından sökülüp Londra’ya götürülen Nereidler Anıtı’ndan arta kalan kısımlar görülmektedir. 10.15 x 68 m. ebadında ve 5.15 m. yüksekliğindeki anıt, İ.Ö. 380 yıllarında Kral Arbinas’ın mezarı olarak yapılmıştır. Anıt mezar yüksekçe bir kaide üzerine oturtulmuştur. Anıtın alt kısmında bir savaş sahnesini anlatan iki dizi kabartma, onun üzerindeki mimari parçalardan sonra önde dört sütunun tuttuğu bir üçgen alınlık bulunmaktadır. Alınlık kısmına, yanlarda savaş sahnelerini yansıtan kabartmalar yerleştirilmiştir. Anıtın sütunları arasında deniz perileri olan Nereid heykelleri bulunduğundan anıta ‘Nereidler Anıtı’ denilmiştir.
Çeşitli zamanlarda ilave edilen ve kulelerle desteklenen Helenistik surlar, Ksanthos antik kentinin etrafını çevirmektedir. Antik Tiyatro, akropoldedir. Helenistik dönemde yapılan ve Roma Devri’nde yenilenen tiyatronun doğu ve batı yönünde tonozlu girişleri bulunmaktadır. Yarım daire şeklinde orkestrası ve süslü bir skene binası bulunan tiyatro 2200 kişiliktir. Tiyatronun üzerinde 4.35 m. yükseklikte bir Likya tipi kule mezar bulunmaktadır. Bu mezar İ.Ö. 4. yy.’ da yapılmış ancak tiyatro yapılırken buraya taşınmıştır.
Roma Devri özelliklerini taşıyan ve günümüze sağlam olarak gelebilen tiyatronun batı tarafında, gösterişli üç anıt yan yana durmaktadır. Bu anıtlardan birisi İ.Ö. 480 yılına ait Harpyialar Anıtı’dır. 8.87 m. yükseklikteki bu anıt, 5.43 m. yükseklikteki bir gövde üzerine oturtulmuştur. Yukarıda ölü ailesini ve Sirenler’i tasvir eden kabartmalar bugün British Museum’a götürülmüş olup yerinde alçı kopyaları bulunmaktadır. Kabartmalarda küçük kadın şeklindeki ölülerin ruhlarını sembolize eden Harpyialar’dan dolayı bu anıta “Harpyialar Anıtı” denmiştir. Bir krala ait olması muhtemel anıtın kalan izlerinden kırmızı ve mavi boyalı olduğu anlaşılmaktadır.
Likya akropolünün kuzeydoğu kısmını Bizans Devri’nde yapılan bir manastır kaplamaktadır. Manastırdaki mozaiklerden birinde meşhur Calydon avı ve Thetis’in Akhilleus’u Styks Irmağı’na batırması sahneleri işlenmiştir. Bu eserler günümüzde Antalya Müzesi’nde sergilenmektedir.
Tiyatronun karşısında bulunan 2. yy. a ait agoranın arkasında, yekpare taşın üzerine Grekçe ve Likya yazısı ile yazılmış, 9.71 m. yükseklikte, 250 satırlık kitabeli bir anıt vardır. “Yazıtlı Stel” de denilen bu anıttaki kitabenin bazı kısımlarında İ.Ö. 5. yy.’ da yaşamış Ksanthos Kralı Gergis ve oğlu Arbinas’ın adı geçmektedir.
Kentin merkezinde doğu-batı yönlü ana cadde yer almaktadır. 11,85 m. genişliğindeki caddenin iki yanında, üzerleri portikolarla örtülü, 5.70 m. genişliğinde beyaz mozaikler ile kaplı kaldırımlar vardır. Ana caddenin sonunda Erken Roma Dönemine ait bir anıtsal kapı bulunmaktadır. Bir kavşağa gelindiğinin göstergesi olan anıtsal kapıdaki bir yazıttan bu kapının tanrılaştırılmış Tetrarkhoslar’a ithaf edildiği ve 4. yy.’ın ikinci yarısında inşa edildiği anlaşılmaktadır.
Ana caddenin güneyinde yukarı agora yer almaktadır. Bu agora hem ana caddeyle hem de güneye inen caddeyle sınır oluşturmaktadır. Agora dört yandan portikolarla çevrilmiş, meydanı ise kalker karolarla kaplanmıştır. Güneye inen caddede 5. yy.’ a ait, zemini ve narteksi mozaiklerle kaplı Bizans bazilikası yer almaktadır.
Doğuya doğru gidildiğinde “Dansözler Lahdi” görülmektedir. Lahdin, uzun yüzlerinden birinde savaş, diğerinde av sahnesi yer almıştır. Kapağın her iki dar yüzünde ise birer dansöz, karşılıklı şekilde dönerek dans etmektedir.
Surların açık bıraktığı yerden çıkarak nekropol sahasına gelindiğinde birçok lahit görülmekte, kayalarda ev tipi mezarlar dikkati çekmektedir. Aslanlı Mezar ile Merihi Anıtı burada en çok ilgi çeken iki mezardır. 1840 yılında Ch. Fellows tarafından British Museum’a götürülen MerihiLahdi’nin kapağında ‘Merihi’ adı geçmekte, kapağın her iki tarafında dört atın çektiği arabada bulunanlar Khimaira canavarına karşı savaşmaktadır.
MerihiLahdi’nin yanından surun içine girildiğinde karşılaşılan dört mezar anıtından en dikkat çekeni Likya kule mezarıdır. Bu kule mezarın hemen yanında yer alan Payava Anıtı, Ch. Fellows tarafından British Museum’a götürülmüştür. Bu anıtın bir yüzünde huzura kabul sahnesi ile üstte iki satırdan oluşan Pers SatrabıAutophradates’in adını veren Likçe yazıt; diğer yüzünde ise savaş sahnesi ile kabartmanın üst kısmında bir satır halinde bu anıtı Payava’nm yaptırdığını bildiren Likçe yazıt bulunmaktadır.
Ksanthos’un suyu 15 km. uzaklıktaki Çay Köyü’nden aquaduklerle şehrin yakınına getirilmiş, buradan dağıtılmıştır. Bugün su kanalları İslamlar Köyü’ne kadar 7 km. takip edilebilmektedir. Lykia akropolündeki yapılara su götüren künkler de hala görülebilmektedir.
Bilgiler , Antalya Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu tarafınca derlenmiştir.
Adrasan – Olympos
Adrasan’dan gelen patika, orman içerisinden , Musa dağının kuzey yamaçlarına kadar vadi içerisinden tırmanarak Olympos yerleşiminin etrafından yeniden inişe geçer. Sandal ağaçlarının oluşturduğu peyzaj içerisinde orman içerisinde ilerleyen patika, dere yatağına paralel olarak vadi kenarından Olympos sahil yerleşimine ve Korykos arkeolojik yerleşimine ulaşır.
Patika boyunca, içme suyu kaynağı bulunmaz. Yiyecek, içecek ve diğer ihtiyaçların karşılanabileceği tek yerleşim sahil Olympos yerleşimidir.
CENEVİZ KOYU
14. YY. Deniz rehberlerinde Ceneviz Koyu emin bir sığınma Limanı olarak gösterilmişken Piri Reis Haritasında da işaretli olan koyu 19. yy. seyyahlarından bazıları Likya’nın en önemli limanlarından birisi olarak tanımlamaktadır.
Vadinin doğu yamacında koya hakim konumda Roma ve Bizans döneminde kullanılan açık denizde fırtınadan kaçan gemicilere hizmet etmek amacıyla yapıldığı tahmin edilen iki katlı yapı kalıntıları bulunmaktadır. Bölgenin Ortaçağda denizcilik açısından önemli ve Venedik, Ceneviz ve Rodos şövalyelerinin bu kıyılarda aktif olması nedenleriyle Ceneviz koyunun özellikle 15. yy. ‘da önemli bir sığınma yeri olduğu, ismini de bu dönemden aldığı tahmin edilmektedir
SAZAK KOYU
Gündoğusu hariç her türlü havaya kapalı konumuyla antik dönemden günümüze kadar gelen süreç içerisinde Sazak Koyu, denizciler için bölgenin önemli sığınak noktalarından birisi olmuştur.
Kıyının yaklaşık 700-750 metre gerisinde doğu-batı uzantılı bir sırt üzerinde duvarları temel seviyesinde izlenebilen 5-6 mekandan, zeytin işliklerinden oluşan, yüzeydeki buluntulardan Roma döneminde aktif olduğu anlaşılan küçük bir çiftlik yerleşimi bulunmaktadır. Yerleşimin güneyinde ise teknesi ana kayaya oyulmuş semerdam biçimli kapağı olan bir lahite rastlanmaktadır
OLYMPOS
Likya’nın doğusunda yer alan Olympos’un adı eski Anadolu dillerinde “Yüksek Dağ, Ulu Dağ” anlamında kullanılmıştır.
Kentin kesin kuruluş tarihi bilinmemektedir. Olympos, Likya Birliği içerisinde 3 oy hakkına sahip 6 ayrıcalıklı kentten birisidir. Hatta bazen birlik başkanı bu kentten çıkmıştır. İ.Ö.80 yılında kent, korsanların eline geçmiştir.
Kilikyalı korsanların en ünlülerinden Zeniketes, Olympos yakınlarında bir kalede oturmuştur. Bölgeyi korsanlardan temizlemek için gelen Roma Donanması, İ.Ö.78 yılında yapılan deniz savaşını kazanarak Zeniketes’in ünlü şatosunu yerle bir etmiştir. Roma İmparatorluk Döneminde tekrar eski önemini kazanan kenti, İmparator Hadrianus ikinci Anadolu seyahatinde (129-131) ziyaret etmiştir. Bu dönemde kent, söz konusu ziyaretin onuruna Hadrianopolis olarak adlandırılmıştır.
6. yy. sonrası, bölgede yaşanan doğal afetler, 542 yılından başlayarak 8. yy’a kadar aralıklarla devam eden, 1346 yılında tekrarlayan veba salgını nedenleriyle tüm kıyı kentlerinde olduğu gibi Olympos’ta da nüfus azalmış, halk dağlık bölgelere doğru göç etmiştir.
Hıristiyanlık kente erken ulaşmıştır. 11. ve 12. yy’larda gerçekleşen Haçlı seferleri sırasında Venedik, Cenova ve Rodos şövalyelerinin istilasına uğrayan kentte, bu devirde Akropol ve güneyindeki yamaçta iki kale yapılmış ve kent içerisindeki bazı yapılarda yerleşmeler olmuştur.
15.yüzyılda, tüm Tekeli (Teke) yarımadası gibi Olympos da Osmanlı topraklarına katılmıştır. Bu dönem iskan olmaması kentin Ortaçağ dokusunun büyük oranda korunarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır. 18.yüzyıldan 20.yüzyıl başlarına kadar Yörükler tarafından kışlak olarak kullanılmıştır.
Olympos, Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait yerleşim izlerinin görülebildiği bir kenttir. Şehirde en yoğun yerleşim ortasından akan Göksu Çayının her iki yakasında gerçekleşmiştir. Antik dönemde kentin kuzey ve güney yakası birbirine üç gözlü olduğu tahmin edilen bir köprü ile bağlanmıştır. Çayın her iki yakasında devam eden duvarların izleri Helenistik döneme kadar uzanmaktadır. Roma dönemine ait anıtsal kamu yapıları kentin güneyinde; Bizans dönemine ait yapılar da kentin kuzeyinde konumlanmıştır.
Kentin Akropolü, deniz seviyesinden yaklaşık 50 m. yüksekliktedir. Akropolün deniz seviyesinde, kentin içine uzanan Liman Caddesinin başında Liman Anıtsal Mezarları yer almaktadır. Roma dönemine ait bu mezarlardan en özgünü, üzerinde gemi kabartması ve yazıtı olan Kaptan Eudemos’un lahdidir.
Akropolün batı eteğinde Bizans Hamamı, Şapel ve Liman Caddesi üzerinde 19. yy.’ da yapılmış bir değirmen kalıntısı vardır.
Değirmenin su kanalı Bizans dönemine ait duvar parçaları kullanılarak yapılmıştır. Aynı zamanda yürüyüş yolu olarak da kullanılan kanalın, kuzeydoğusunda Lykiarkh’ın mezarı ve 570′li yıllarda kullanıldığı tahmin edilen mozaikli bir yapı kalıntısı yer almaktadır. Yapıda Haç motifleri işlenmiştir.
Doğal afetler sonucu yıkılmış ve bataklık haline gelmiş tapınağa ilişkin günümüze ulaşan kalıntı sadece anıtsal kapıdır. Tapınak anıtsal kapısının yanında kilise ve şapeller, yapı kalıntıları bulunmaktadır.
Liman Caddesinden batıya doğru devam edildiğinde caddeye paralel yer yer ikinci ve üçüncü katları ayakta kalmış, sokak düzeni oluşturan yapı kalıntılarına rastlanmaktadır. Yapı kalıntılarının batısı tekli, ikili yada üçlü yerleştirilmiş lahitlerin yer aldığı Kuzey Nekropolüdür.
Kentin güneyindeki, Tiyatro, Hamam, erken Hıristiyanlık dönemine ait Liman (Büyük) Bazilikası gibi yapılar Roma döneminin önemli kamusal yapılarıdır. Tiyatronun cavea ve sahne binasının 141 yılındaki depremden zarar gördüğü tahmin edilmektedir.
Tiyatronun batısında ve Olympos çayının güney yakasında yer alan Nekropol alanlarındaki mezarlar ise Likya Bölgesinden çok Kilikya Bölgesi mezarlarıyla benzerlik göstermektedir.
Olympos kentinin Helenistik Dönem yerleşmesinin yukarıda Yaylalık Tepe olarak geçen kısımdaki yerleşim olduğu, Roma Döneminde kentin sahile taşındığı tahmin edilmektedir. Denizden yaklaşık 700 metre yükseklikte bulunan Yaylalık Tepedeki kent yerleşimine giriş kuzeybatıdaki kapıdan sağlanmıştır. Yerleşimin bu kısmı blok taşlardan örülmüş savunma duvarlarıyla çevrilmiştir. Giriş kapısının doğusunda bir kule vardır. Güneybatı kayalık olduğundan bu kısımda sur duvarına ihtiyaç duyulmamıştır. Giriş kapsından devam eden cadde Agoraya ulaşmaktadır. Agoranın doğusu ve batısı yerleşim alanı olarak kullanılmış olup, yol boyunca birçok kamusal yapı ve sarnıçlara rastlanmaktadır. Yapılardan birisi çok kaliteli taş işçiliği bulunan Helenistik Döneme ait tapınak kalıntısıdır. Yerleşimin güneydoğusunda Bizans Dönemine ait yapı kalıntıları yer almaktadır.
Kaş – Limanağzı
Çukurbağdan güneye ilerleyen Likya yolu, Kaş ilçesini tepeden gören bir terastan aşağıya dik şekilde inerek Kaş yerleşiminin içerisinden geçer. Kaş ilçesi, toplu taşıma, market, banka, konaklama vb. ihtiyaçların karşılanabileceği bir merkezdir. Lİmanağzı yönünde devam edecekler için , Boğazcık – Kılınçlı yerleşimine varana ihtiyaçların karşılanacağı başka bir yerleşim olmadığı düşünülerek hareket edilmelidir. Kaş ilçesi içerisinde denize paralel bir asfalt yoldan Büyükçakıl plajına devam eden yol, plajı geçtikten sonra sağa, yerleşim alanının içerisine doğru tırmanarak buradan toprak yolda devam eder. Limanağzımevkine gelmeden önce Sebeda arkeolojik yerleşimi görülür, denize doğru bakan kaya mezarların önünde iplerin yardımı ile küçük yan geçişlerden sonra, Lİmanağzı koyundaki işletmelerden bazı ihtiyaçlar karşılanabilir. Devam eden patika, yer yer tarlaların içerisinden, taşlık alanlardan ve dar toprak izlerden devam ederek Lİmanağzından sonra birkaç km. sonra tekrar deniz kıyısına yönelir.
LİMANAĞZI (SEBEDA)
Günümüzde Bayındır Limanı olarak geçen bölgede Bahtsız ve Kavgar Tepelerini içeren kentin adının Sebeda olduğu bilinmektedir. Kent, güvenilir bir liman çevresinde oluşmuş, lahitleri, kaya mezarları, sarnıçları, yağ çıkarma işlikleriyle Likya Dönemine ait küçük bir çiftlik yerleşimidir.
Bahtsız Tepenin denize bakan yamaçlarında İ.Ö.4. yy.’a tarihlendirilen doğal kayaya oyulmuş Likya tipi oda mezarlar; deniz kıyısında ise depo olarak kullanıldığı tahmin edilen, liman kullanımıyla ilişkilendirilebilecek yapı kalıntıları bulunmaktadır.Tepe üzerinde ise lahitler ve nişlerin olduğu doğal bir kayanın düzleştirilmesiyle oluşturulmuş Açık Hava Mabedi yer almaktadır.
Antik dönemde de kullanıldığı anlaşılan bir patikayla ulaşılan Kavgar Tepenin üstündeki yapı kalıntısının gözetleme kulesi olduğu tahmin edilmektedir. Kule çevresinde Likya ve Roma dönemlerine ait, bazıları yazıtlı lahitler bulunmaktadır.
ANTİPHELLOS
Kaş ilçe merkezinin bugün üzerinde kurulu olduğu Antiphellos’un adı Likya dilinde yazılmış kitabelerde ve sikkeler üzerinde Habesos olarak geçmektedir. İ.Ö. 6.yy’dan itibaren yaşamını sürdürdüğü bilinen kent, ilk dönemlerde biraz yukarısında bulunan Phellos’un limanı şeklinde küçük bir yerleşim yeri olmuştur. Ancak Helenistik Dönem’e girilirken Phellos gerilemiş, Antiphellos ise gelişerek daha ön plana çıkmıştır. Bu durum Roma Dönemi’nde de devam etmiş, şehir bölge ormanlarından elde edilen sedir ağacı ticareti ve süngercilik sayesinde gelişerek Phellos’un limanı durumundan çıkarak kendine yeten zengin bir şehir durumuna gelmiş, Likya birliğine üye kentlerden biri olmuştur.
Antik şehir kısmen bugünkü şehrin altında, kısmen de doğu-batı doğrultusunda uzayan yarımada üzerinde bulunmaktadır. Dikdörtgen taş işçiliği gösteren Helenistik sur kalıntıları yarımadanın başladığı kesimde, Meis Adası’na bakan yüzde ve deniz kenarında görülebilmektedir.
Çukurbağ Yarımadası’na giden yolun kenarındaki Antiphellos’un denize bakan tiyatrosu oldukça sağlam olarak günümüze gelebilmiştir. Yarımadanın yüksekçe yerinde 26 oturma sırası ile çok güzel taş işçiliğine sahip olan tiyatro tipik Helenistik tiyatro özelliklerine sahip olup sahne binası yoktur. Tiyatronun kuzey doğusunda ana kayaya oyularak yapılmış İ.Ö. 4. yy. ‘a tarihlendirilen ve el ele tutuşarak dans eden 24 küçük kadın kabartmasının bulunduğu mezar odası yer almaktadır.
Antiphellos’taki mezarların çoğu kentin kuzeyindeki yamaçta bulunan evlerin hemen üzerlerinde ve daha yukarılardadır. Bu mezarlar gerek cephe işçilikleri gerek yazıtlarıyla Likya kaya mezarlarının güzel örneklerini oluşturmaktadır.
Kaş’ın en önemli anıtı Uzun Çarşı Caddesi üzerinde, tek bloktan oluşan İ.Ö. 4. yy.’ a tarihlendirilen bir lahittir. Günümüze sağlam bir şekilde gelebilen lahdin 150 cm. uzunluğundaki alt kısmının üzerinde boncuk motifleri ve yazılar yer almaktadır. Kapağının kuzeybatı alınlığı üzerinde solda yarı giyinik, sopasına dayanmış, sağ bacağım sol bacağı üzerine atmış üzgün bir erkekle bir kadın figürü bulunmaktadır. Güneydoğu alınlığında sağda mantolu bir kadın ayakta durmaktadır. Kapağının her iki yanında ise başı ayaklan arasında aslan kabartmaları görülmektedir.
BAYINDIR-ASARGEDİĞİ TEPESİ YERLEŞİM ALANI
Kaş İlçesi, Bayındır Köyünün güneybatısında, Limanağzının doğusundaki yerleşim alanı Asargediği Tepesinde yer almaktadır. Yerleşimin doğusundaki düzlük alandan yamaçlara çıkarken ilk olarak kare planlı düzgün kesme taşlarla örülmüş bir anıt mezara ait olabilecek yapı kalıntısına rastlanmaktadır. Roma dönemine ait Likya tipi lahitlerin yer aldığı Nekropol alanı yerleşim içinde yamaçlar boyunca tepeye kadar doğu-batı doğrultulu olarak uzanmaktadır. Tepenin zirvesinde anakayayadesteklendirilmiş duvarları yer yer kesme taşlarla örülmekle birlikte genelinde moloz taşlar kullanılarak yapılmış savunma kompleksi bulunmaktadır. Yoğun bitki örtüsü içinde yapıların plan şemasına yönelik ayrıntılı bilgi edinilememektedir. İşliklere ait bir trapetum teknesi ortadan ikiye ayrılmış durumdadır.
Gürses – Demre – Belören
Andriake yerleşiminden önceki Likya yol ayrımından sol-yukarı doğru gidilecek olursa Sura antik yerleşiminden geçen patika, Suradan sonra yine antik merdivenler ile girilen bir kanyonda yükselir. Vadiden yükselen patika, asfalt yol ile birleşerek Gürses yerleşimine paralel olarak zaman zaman çalılık ve dikenlerin arasında devam eder. Myra antik yerleşiminin üzerindeki surlara kadar sürekli olarak sarnıç ve antik yıkıntıların arasında devam eden patika, surlardan aşağıya inerek Myra nın önüne iner.
Andriake nin öncesinde sağdan , (deniz tarafından) devam eden patika ise Andriake antik yerleşimini geçtikten sonra Demre ilçe merkezine kadar asfalt yoldan devam ederek Noel Baba Kilisesi nin önünden geçer ve yine Myranın önünde yukardan inen diğer patika ile birleşir. Demre ilçesinin içerisinde bulunan bu noktadan kuzeye doğru devam edilirse, Demre çayını köprü ile geçer. Köprünün çıkışında, Likya patikası yine ikiye ayrılır :
Soldan giden kuzey rotası, birkaç km sonra asfalttan ayrılarak vadinin duvarında tırmanır. Tırmanıştan sonra birkaç evin olduğu yine asfalt yoldan geçilerek Belören yerleşimine kadar tırmanış devam eder. Belören yerleşimi bitiminde, toprak yoldan değil hemen yanındaki patikadan yine yukarı doğru yükselerek devam eder.
Köprü bitiminde sağdan devam eden asfalt yolda birkaç km ilerleyen güney rotasında devam edilirse …numaralı paftada açıklandığı üzere 4-5 km lik bir patika ile Yukarı Beymelek yerleşimine gidecektir.
Demreden sonra kuzey rotasını takip edecekler için, Belören, Zeytin Alakilise vb. gibi birçok yerleşimden geçen patika boyunca, birkaç günlük mesafede bulunan Finike ye kadar kuyu dışında temiz su kaynağı, içme suyu bulunmamaktadır. Bu rotayı tercih edecek yürüyüşçülerin en az 2 günlük su taşımaları tavsiye edilir. Kuzey rotası, daha sonra ..numaralı paftada da görüleceği üzere yüksek rakımlı tepelerden geçmekte olduğundan Aralık-Mart ayları arasında kar nedeniyle patika tamamen kaybolur. Bu nedenle, kış aylarında güney rotasının tercih edilebilir.
MYRA
Myra, Antalya körfezinin batısında, Teke yarımadasının güneyindedir. Kent doğusundaki Myros (Demre) Çayı’nın getirdiği alüvyonların oluşturduğu delta üzerine kurulmuştur. Çayın getirdiği alüvyonlar daha sonra kentin sonunu da getirmiştir. Kazı çalışmaları ve jeomorfolojik araştırmalar modern Demre’nin altında çok sayıda kalıntının varlığını göstermiştir. Kazı Başkanı Prof. Dr. Nevzat ÇEVİK, tıpkı lavlarla kaplı Pompei kenti gibi Demre’nin altında da yüksek alüvyon örtüyle kaplı büyük bir kent yattığını söylemektedir.
Myra kent tarihi Likya tarihiyle birlikte İ.Ö. 3. binlere kadar uzanmaktadır. Kentin adının ünlü Myra yağının (Mür) üretildiği mersin bitkisinden (commiphora myrrha) geldiği sanılmaktadır. Mersin, kabuğundan tanrıça Adonis’in doğduğu rivayet edilen bitkidir. Myra kazılarından çıkan mür yağı şişeleri, mür yağı kutsama ve saklama odaları, mür yağı işlikleri, bölgedeki mersin ağaçları kentin adının kökenini yansıtmaktadır.
Efsaneye göre Kıbrıs kralı Kinyras’ın kızı Myrrha, tanrıçanın cezalandırmasıyla farkında olmadan babasına aşık olmuş, gizlice koynuna girdiği için babası tarafından öldürülmek üzereyken yardımına tanrılar yetişmiş ve onu mersin ağacına dönüştürerek kurtarmıştır. Ancak hamile olan Myrhha, ağaca dönüştükten sonra kabuklarının arasından Adonis’i doğurmuştur.
Myra Helenistik dönemde kurulan Likya Birliğinin 6 büyük üyesinden birisidir ve bu özelliğiyle Orta Likya’nın birlikte 3 oy hakkına sahip tek kentidir. Kent, İ.Ö. 1.yy’ın başlarında Patara, Tlos ve Ksanthos ile birlikte metropolis unvanına sahip kentler arasında yer almıştır. Helenistik dönemdeki önemini İmparatorluk döneminde de sürdürmüştür. 53-57 yıllarında Aziz Paulus 3. misyonerlik seyahatinde Likya’yı ziyaret etmiş ve Myra’ya uğramıştır. 141 ve 240 yıllarında meydana gelen depremler tüm Likya kentlerinde olduğu gibi Myra’da da etkisini göstermiştir.
Hıristiyanlığın başlangıcından itibaren Likya’nın en ünlü ve önemli kenti, St. Nikolaos’un öğretisini geliştirdiği ve yayarak tüm yaşamını tamamladığı yer olması nedeniyle Myra’dır. 408-450 yılları arasında II. Theodosius döneminde Myra, Likya’nın dini ve idari başkentidir. Bölgenin metropolitliği de Myra’dadır.
Myra’nın metropol olması ve 5. yy’dan sonra artan hac yolculuğu nedeniyle Myra’nın liman kenti olan Andriake limanı da gelişmiştir. 529 yılında meydana gelen depremden, 542 yılındaki büyük veba salgınından Myra’da etkilenmiştir. Salgın nedeniyle tedbir amaçlı dağlık alanlardan kıyı kentlerine mal akışı durma noktasına gelmiştir.
7. yy ortalarından itibaren Arap akınlarının verdiği huzursuzluk, Myros çayının sık sık taşması, bu taşma sonucu bazı yapıların toprak altında kalması, depremler şehrin önemini yitirmesine ve kısmen terk edilmesine neden olmuştur.
Myra kenti doğu ve batı yönde, kente gelen yollar boyunca nekropollerle çevrelenmiştir. Kazı Başkanlığının tespitlerine göre Myra antik kentinin yayılımı tiyatrodan yaklaşık 1800 metrelik bir yarım dairedir.
Myra akropolü Kule Tepe olarak adlandırılan tepededir. Akropole güney yamaçtaki kaya basamaklarıyla çıkılmaktadır. Büyük çoğunluğu korunmuş antik basamaklardan oluşan yol, yamacı dolaşarak akropole ulaşmaktadır. Yüzeydeki kalıntılara göre Akropol İ.Ö. 5. yy’ dan Bizans dönemine kadar kullanılmıştır. Helenistik döneme kadar uzanan sur yapısında Bizans dönemi onarımları ve ilaveleri bulunmaktadır. Arap akını tehdidi nedeniyle ikinci sur duvarı da bu dönemde inşa edilmiştir. İç Kalede ve Akropolün batı bölümünde birer kilise bulunmaktadır.
Myra’nın en görkemli yapıları kaya mezarlarıdır. İ.Ö. 5.-4.yy Myra’sının ahşap mimarisini taklit eden kaya cepheleriyle görkemli mezarları, Likya Klasik Çağ kültürünün önemli temsilcileridir. Üç bölgeye ayrılan Nekropol alanı kentin tüm dinsel ve sivil mimarisiyle iç içedir. Akropolden ve yerleşim alanlarından mezarlara ulaşımı sağlayan geçitler ve kaya merdivenleri bulunmaktadır. Toplam 104 mezar tespit edilmiştir. Mezarlardan 23′ü yazıtlı olup, bunlardan 13′ü Likçe, 10′u eski Yunancadır. Mezar odaları genellikle tektir. 4 mezar birden fazla odaya sahiptir. Myra kaya mezarlarının 10′unda nitelikleri ve ölü gömme gelenekleriyle ilgili bilgiler veren 23 kabartma yer almaktadır.
Myra tiyatrosu Helenistik-Roma tipindedir ve 11500 kişi kapasitesiyle Likya’nın en büyük tiyatrosudur. At nalı formundaki cavea altta 29, üstte ise 9 oturma sırasına sahiptir. 3 katlı sahne binası frizlerinde kartal, mithras, ganimed, medusa, masklar ve girlandlar işlidir. Sahne binasında yer alan kapılardan birinde görülen su künkleri tiyatroda su gösterilerinin yapılmış olabileceğini göstermektedir. Oturma sıralarını taşıyan tonozlar giriş-çıkış için organize edilmiştir. Zafer tanrıçası figürü önünde “kente şans getir ve sürekli galip ol” yazılıdır. Tiyatronun ilk yapım yılıyla ilgili belge yoktur. 141 depremi sonrası ve İ.S. 3.yy ilk çeyreğinde onarım görmüştür.
Myra antik kentinin su ihtiyacı Dereağzı’ndan Demre vadisi boyunca uzanan İ.Ö. 4.yy’a tarihlenen su kanalı ve özellikle Andriake’de görülen sarnıçlar vasıtasıyla sağlanmıştır. Çayağzı kavşağının kuzeyinde Andriakos Çayı kaynağında yer alan yapı ise İ.S. 2. ve erken 3.yy’a tarihlendirilmektedir. Bu alan kutsal kaynak alanı olarak nitelendirilmiştir. Yapının bir hamam yapısı mı, Nymphaion (çeşme) yapısı mı olduğu kazı çalışmalarının tamamlanmasından sonra netleşecektir. Ancak şimdiki bulgular, günümüzde cilt hastalıklarına iyi geldiği için kullanılan Andriakos çayındaki kükürtlü suyun kaynağının, o dönemde bir termal yapısı olarak kullanıldığını düşündürmektedir.
GÜRSES SİVRİBELEN TEPESİ YERLEŞİM ALANI
Demre’ye yaklaşık 3 km mesafede bulunan Gürses Köyünde, Kaş-Demre karayolu üzerinde Kaş-Demre karayolunun güneyinde kalan Sivribelen Tepe ve çevresinde Klasik Dönemden Bizans’ın içlerine uzanan bir yerleşim devamlılığının izlerini görmek mümkündür. Tepenin batı ve doğu eteklerinde Likya tipi lahitlerden özellikle batı eteğinde bulunan sağlam altlığı, gövde ve semerdam tipli kapağıyla etkileyici bir görünüme sahip lahit dikkat çekmektedir.
Sivribelen Tepenin güneydoğu ucunda ise beden duvarları yıkılan 1-1,5 metre yüksekliğe kadar koruna gelmiş kareye yakın planlı bir şapel ile hemen yanında ana kayaya oyularak yapılmış bir yapı kalıntısı, büyük bir sarnıç ve bir lahit bulunmaktadır. Şapel yöresel taş malzeme ve kireç harç ile yapılmış olup, batı tarafındaki giriş kapısı ile doğu duvarındaki yonca yaprağı şeklindeki nişleri kısmen izlenebilmektedir.
Bu yapının 3-4 metre güneybatısında ana kayaya oyularak yapılmış tek mekanlı bir yapı bulunmaktadır. Yapının ana kayaya oyulmuş güney duvarı yaklaşık 2 metrelik yüksekliğiyle ayakta olup, bu cepheden olan giriş kapısı ve duvarın içe bakan yüzeyindeki iki adet niş ile yerde bulunan yuvarlak bir oyuk bu yapının dinsel işlevli bir yapı olduğu fikrini güçlendirmektedir.
Yapının hemen doğusunda ana kayaya oyularak yapılmış büyük bir sarnıç bulunmaktadır. Antik yapının batısındaki lahit teknesi ise orijinal yerinden oynatılarak aşağıya doğru kaydırılmış durumdadır.
GÜRSES KOCAGEDİK TEPE YERLEŞİM ALANI
Demre’ye yaklaşık 3 km mesafede bulunan Gürses Köyünde, Kaş-Demre karayolu üzerinde Çakalbayat Mahallesinin kuzeyinde büyük bölümü kayalık ve makilik alanı kapsayan yaklaşık 750 metre yükseklikteki Kocagedik Tepesi ve çevresinde Klasik Dönemden Bizans’ın içlerine uzanan bir yerleşim devamlılığının izlerini görmek mümkündür.
Tepe savunmaya yönelik sur duvarları ile çevrili olup, bir avlu etrafındaki odalardan oluşan kompleks yapı gruplarıyla İ.Ö. 5 yy.’ dan itibaren devamlılık gösteren taş örgü sistemlerinin izlenebildiği duvarlara sahiptir. Ayrıca, Likya kale yerleşmelerinde sıkça rastlanan su tutma kapasiteleri yüksek sarnıçların bulunduğu bu alandaki mekânlar buradaki bir bey kalesinin bulunduğu izlenimini vermektedir. Alanın geneline yayılmış yoğun bitki örtüsü içinde yapı duvarları zorlukla izlenebilmektedir. Tepenin yamaçlarında ve ulaşılması zor bir noktada konumlanmış Likya kaya mezarlarının yanı sıra sadece görkemli kapısının ayakta kaldığı bir yapı kalıntısı göze çarpmaktadır. Yerleşimin Roma Döneminden daha eskiye gittiğini göstermesi açısından da bu kaya mezarı önem taşımaktadır.
Yerleşimin Nekropolü, Kocagedik Tepesinin güneyindeki düzlük alanda konumlanmıştır. Bu alandaki mezarların tamamı lahit formundadır. Ana kayaya oyularak yapılmış basit formlu mezarlar ile ev tipinde yapılmış Likya kaya mezarı yerleşimin Akropolü olan Kocagedik Tepesinin eteklerindedir. Likya Bölgesinin genel tipolojik özelliğini gösteren lahitler bir podyum, düz lahit teknesi ve semerdamlı kapaktan oluşmaktadır. Büstlü ve hayvan figürleri bulunan lahitler İ.Ö 5-4. yy. özelliklidir. Bu alanda lahit mezarlar yanı sıra bir dikme mezar ve sunaklar etrafa yayılmış halde bulunmaktadır.
Kocagedik Tepesinin kuzeyinde yer alan Orta Tepenin güneybatı eteklerinde oldukça nitelikli bosajlı kesme taşlardan yapılmış, kare planlı, Helenistik Dönem özelliği gösteren bir yapı ile bu yapının çevresinde konumlanmış yapı kalıntıları ve bunların yakınlarında işliklere ait bekletme çukurları ve sarnıçlar yer almaktadır. Bölgenin genelinde yayılım gösteren Likya tipi lahit mezarlar bu alanda da mevcuttur.
Kocagedik Tepesinin güneydoğusunda, mevcut çoban evinin yakınındaki tepeciğin üzerinde ve eteklerinde de tarımsal amaçlı kullanılan bir çiftlik yerleşimi ve hemen önünde teras duvarları ile düzenlenmiş bir alanla karşılaşılmaktadır. Çiftlik yerleşiminin bulunduğu tepeciğin eteklerine doğru Likya tipi kapağı devrik durumda bir lahit bulunmaktadır
GÜRSES (TREBENDAI)
Demre’den Kaş’a giden yolda, Sura antik kentinden sonra ulaşılan Myra’ya bağlı küçük ve tipik bir Likya yerleşimidir. Küçük bir tepenin üzerinde kale, kalenin güney yamaçlarında teras yapıları ve tepenin eteğinden başlayan düzlükte nekropoller ve tarım teraslarında, sur duvarları, yapı kalıntı kalıntıları, sarnıçlar, mezarlar, işlik kalıntıları bulunmaktadır. Ancak, bölgenin topografik yapısının oldukça kayalık ve makilik olması, yapıların tanımlanmasını ve algılanmasını zorlaştırmıştır.
Şehrin diğer bölümlerine oranla daha yüksekte olan Kemerikaklık ve Kocaorman, Akköristan Tepesi mevkilerini içine alan bölge yerleşimin akropolüdür. Bu nokta, Demre Vadisini ve Myra’yı görmektedir. Savunma duvarları ile çevrili alanın sur duvarları, kulelere ait yapı duvarları ve giriş kapıları ayaktadır. Akropol içinde yer alan zeytin ezme tekneleri ve bir avlu etrafındaki odalardan oluşan kompleks yapı gurupları kule çiftlik yerleşimi özelliğini göstermektedir. Klasik dönem başlangıçlı akropol (kale), Bizans dönemine kadar kullanılmıştır.
Akropolün güney yamaçlarında duvarlarının bir bölümü ana kayaya oyularak yapılmış evler bulunmaktadır. Bu evlerden içindeki sarnıcı, üst kata çıkan merdivenleri ile duvarlardaki nişleri olanı en ilgincidir.
Konut alanları, güney ve doğudan nekropollerle çevrelenmiştir. Kentte yoğun olarak lahit mezarlar bulunmaktadır. Likya Bölgesinin genel tipolojik özelliğini gösteren lahitlerin bazıları büstlü ve hayvan figürlüdür. Alanda lahitler dışında nadiren üçgen alınlıklı ev tipi formunda kaya mezarları da bulunmaktadır.
Yamaçlar ve düzlükler tarım alanı olarak kullanılmış, işliklerde şarap ve zeytinyağı üretilmiştir. Kocaorman mevkiindeki en önemli kalıntı, doğu-batı doğrultusunda konumlanmış, tek mekanlı geç Bizans dönemi şapelidir.
TRYSA
Trysa, Kaş-Demre Karayolu üzerinde bulunan Davazlar Köyünün Gölbaşı Mahallesi yakınındaki platonun doğusunda yer almaktadır. Güneydoğusu Myros Vadisine çıkmaktadır. Adına antik kaynakların hiç birinde rastlanmaz. Kent sadece yazıtlardan ve Likya Birliği’nin sikkelerinden bilinmektedir.
Klasik dönem Likya’sının bir yerleşimi olan kent, 1882-1883 yıllarında Viyana’ya taşınan Heroon’u ile bilinmektedir.
Kent, kısmen teraslıdır ve bugün sadece kuzey ve batı tarafı ayakta olan düzensiz taşlardan örülmüş İ.Ö. 5. yy’a ait bir surla çevrilidir. Bugün Trysa’da bu sur dışında; Heroon’un duvarları, mabete ait kalıntılar ve çok sayıda lahit bulunmaktadır.
Bugün kentte niteliği saptanabilen tek yapı, batı uçta yer alan, tapınaktır. Burada Zeus ve Helios’a rahip olarak hizmet etmiş bir vatandaşı onurlandıran yazıta ait parçalar bulunmuştur. Söz konusu yazıta göre tapınak bu tanrılardan birine veya ikisine birden aittir.
Bunların yanı sıra, sarnıçlar dışında kalan bütün kalıntılar mezarlardan oluşmaktadır. Lahitlerin çoğu sadedir, ya da büst veya hayvan başı şeklinde tepeliklere sahiptirler; fakat içlerinde bir tanesi son derece güzel süslenmiştir. Kapağının bir tarafında aralarında bir aslan bulunan iki Gorgon başı yer almaktadır. Bu lahit bugün İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir.
Trysa’nın en büyük eseri Heroon’dur. Bu yapı şehrin kuzeydoğu ucunda 18 m2′ lik kapalı bir alan içinde duran kayadan kesilerek yapılmış bir lahite sahiptir. Üzerinde bulunan muhteşem kabartmalar bugün Viyana Sanat Müzesindedir. Heroon’un aşağısındaki teraslarda uzun bir Likya Lahti ve diğer mezarlar bulunmaktadır.
GAVUR YOLU
Demre Çayı Vadisinin kuzey yamacında Demre Vadisinden Trysa’ya ulaşan yol güzergahıdır. Toplama taş döşeli, yaklaşık 2,5 metre genişliğindeki antik yol dayanma duvarlarıyla desteklenmiş olup Roma dönemine tarihlendirilmektedir.
DANABAŞLAR KULESİ
Demre Çayı kuzeyinde yaklaşık 8×10 metre ebatlarında, Erken Roma Dönemine tarihlendirilen üç katlı olduğu tahmin edilen Kulenin üçüncü kat kalıntıları mevcuttur. Gözetleme Kulesi niteliğindeki yapı, hem vadideki antik yola hem de denize kadar tüm vadiye hakim bir noktadır. Güney cephesinde bir kaya mezarı bulunmaktadır.